Rengin ve Sözcüklerin Işığında Bir Ressam: Yaşar Bedri Özdemir

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Rengin ve Sözcüklerin Işığında Bir Ressam: Yaşar Bedri Özdemir

ne kolay çürür beden ne çabuk unutulur

hece taşına düşen içli söz

                                            Yaşar Bedri Özdemir, Yolculuk Meseli

 

Yaşam imgesini bilince çıkarmak için, görünür kılmak için gerçeği, geçmiş kültür ve semboller; insanın içindeki uzam, bedenindeki iz, ışıkla ayrılan yer ve gök, dağlar ve deniz. Bir evrenden geçerken bir diğerine, derin rüya ve bekleyişin sessizliği. Unutulan doğa, sahte karşılaşmalar, tuhaf aksaklıklar. Bir el ve bir yüzden ibaret kadınlar. Birbiriyle kesişen renkler, kesişen sesler. Birden her şeyin durduğu evler, her şeyin durduğu odalar. Beklemenin boşluğunda duran günler, geceler.

Gerçeğin yüzeyine ulaşmak için çabalıyor ressam Yaşar Bedri Özdemir. Çözülmemiş rüyalar, yanılsamalar ve öylesine bir yokluk.

Karanlık bir gölgeden, boğulmuş renklerden ve o ışık günlerinden geliyor her şey.

Sanatçının dünyayla olan ilişkisi; varoluşu, bedeni üzerinden nesnelerle yürüttüğü sonu gelmez diyalog, nesneyi dönüştürürken dönüşen bilinci, özne-nesne yüzeyini derinleştirerek ifade araçlarını çeşitli şekillerde kendileştirir. O bu yönüyle var olanı, var olduğu halinden bir şeyle algılar, onu o haliyle kavrar, dönüştürür ve biriktirir. Yeni olanın potansiyeli sonunda kendini belgeleştirir ve özne-nesne ilişkisine dair olasılıkları çoğaltarak, yeni kavrayışlar ve yeni sorularla sonraya aktarır.

 

Yaşadığı yerin, yaşadığı günlerin kaydını tutar Özdemir.

 

“Her sanat için söylenmesi gereken şudur: sanatçı, bize verdiği algılar (percept) veya görülerle bağlantılı olarak duygulanımmların (affect) göstericisi, duygulanımların mucidi, duygulanımların yaratıcısıdır. Onları yalnızca kendi yapıtında yaratmaz, onları bize verir ve bizim onlarla birlikte olma haline gelmemizi sağlar; bileşiğin içine alır bizi.” (G. Deleuze & F. Guattari)

 

Hep daha derin bir yalnızlık, hep daha derin bir yokluk. Ölesiye bir tutkudur bilme arzusu, onu zamanın ve dünyanın ötesine kovan. Bu öyledir, öyle olmuştur daima. Bilinç eşiğinde tutkulu bir çarpışma. Bilinmez nerede başlar renkler, kelimeler nerede biter.

Anadolu coğrafyası, halihazırda gelenekten gelenle modernin harmanlandığı birbirinden farklı iki paradigmanın bir arada aktığı, tüm toplumsal değişimlerin kökenine dair kazıların devam ettiği çok katmanlı logos-varlık temelli iki farklı kutup arasında gidip gelemeye devam ederken, bu haliyle tüm sanat disiplinleri de sanatçılar için henüz gün yüzüne çıkmamış pek çok olasılığı kendisinde barındıran bir kaos eşiği yaratır.

Yabancılaşma, gündelik hayata hükmeden gelip geçicilik; yönlendirilmiş, sürekli değişen üretim-tüketim ilişkileri, her şeye yedirilen spekülatif ilerleme fikri, uluslar ötesi hale gelen sermeye, ekonomik krizler, bitip tükenmek bilmeyen kitlesel yer değiştirmelerle parçalanan zaman ve mekan algısı ve kültürel yozlaşmayla modernizmin sonunu getiren; bütün değerlerin çözüldüğü, ütopyaların yakıldığı, manifestoların unutulduğu; ideolojilerin, tarihin ve sanatın sonunun konuşulduğu postmodernizmin karşısına Yaşar Bedri Özdemir, yalnızca sözcüklere üflediği yenilikçi nefesin yarattığı dilin büyüsüyle farklılaşan, modern olanın gelenekle iç içe yaşadığı bir şair olarak çıkarmaz kendini.

Çok yönlü bir uğraştır onun ömrü. Biriktir, arşivler ve dener. Roman yazar. Motosiklet gezginidir. Yolculuk yazıları yazar, fotoğraflar çeker. Yapımcıdır, yönetmendir, senaristtir o.

O yine aynı zamanda 1976’dan günümüze açtığı 16 resim sergisiyle fiziksel gerçeklikten uzaklaşmadan, süsten, şişirilmiş figürlerden uzak; insan bedeninin samimi izlerini taşıyan, zamanın temsil edilenin içinde unutulduğu, kaybolmuş kadın yüzlerinin ve sessizliğin ressamıdır.

 

sandığı parçalanmış isli odayım gene

tütünümde serin sabır, yeşil korunga,

tütünümde orak ayının kokusu

esmiyor şimdi annemsiz dağ rüzgarı.

                                            Yaşar Bedri Özdemir, Orak Ayı

 

Sabitlenmiş bir dünya ve biraz sonra bu dünyayı alevden bir sessizlikle geçip gidecekmiş gibi duran kadınlar. Suskunluğun giderek çoğaldığı yüzey; geçmiş kültür ve semboller. Kimsesiz, sözsüz, cevapsız bir yalnızlık.

 

Kadınlığı resmeder Özdemir.

Kadın bedenine sıkışan bilinç, gelenek ve modernite. Onun resimlerinde, örtündükleri örtülerin altında, sonsuzluğun kıyısında durur başı bağlı kadınlar. Geçmişi bugüne bağlayan şey onların durduğu yerden yükselen ve kendini tekrar eden sessiz kabullenişte sakladır. Aidiyet, tarih ve çözülme. Dilin sustuğu, rengin ulaşamadığı, sözcüklerin dağılıp parçalandığı bir evrendir Yaşar Bedri’nin resimlerinde var ettiği evren.

“Bugün apaçık bir gerçektir ki, yaşanmakta olan acıların, kendisini duyulur, duyulabilir bir sese dönüştürebildiği, kendisine kısa yoldan hemen ihanet etmeyecek olan bir teselli bulabildiği biricik alan gene de sadece sanattır.” (Theodor Adorno)

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *